“Bıkkınlık” insanî bir haslet… Bu manada hayatın genel kurallarından birisi de kişinin yaptığı “şey”den bir müddet sonra bıkması, bıkkınlık duyması… Bıkkınlık adeta “ölüm” gibi, “ölmek” gibi bir şey. Çünkü yaptığınız işten haz duymamaya başlıyor, mümkünse bırakmaya çalışıyor, kendinizi boşlukta hissediyor, ne yapacağınızı bil/e/miyorsunuz…
Bu rahatsızlık, bu duygu zaman zaman hayır çalışmalarına da yansıyabiliyor elbette… Bu çerçevede dernek-vakıf çalışmaları yapanlar zamanla, arkadaşlarının ve hatta kendilerinin yaptıkları işten bıktıklarını görebilmektedirler. Allah muhafaza, eğer kişiler yaptıkları hayır işlerinde vücuda gelen bıkkınlığı dengeli bir şekilde izale edemezlerse, bu durum onların hayatlarında menfi bir takım değişikliklere yol açabilmektedir. Bu sebeple de insanın zaman zaman kendini yenilemesi, silkinmesi, farklılıkları farkedebilmesi, farkedebilmek için çalışması/uğraş vermesi gerekir. Ancak elbette tüm bunların olabilmesi için “diri” olabilmesi, üzerindeki “ölü toprağı”nı silkelemesi gerekir.
Bundan çeyrek asır kadar önce, 1985-86 yıllarında fakülteden arkadaşım olan Uğur Çapkın isimli kardeşim vasıtasıyla tanışmıştım Sezai Karakoç’un eserleriyle… O tarihe kadar bu isimden de, bu ismin eserlerinden de habersizdim. Elbette bu durum benim cehaletimin neticesiydi… Ancak, bu zatın eserleriyle tanışınca, aslında henüz çok da genç olan ömrümdeki, çok ama çok yeni olan “islâmî bilinçlenme” geçmişi ve bilgilenmemin ne kadar eksik, ne kadar yoz, ne kadar hakikatten uzak olduğunu da farketmiştim.
Bu hız ve hazla, üstadın eserlerinin en az yarısını bir nefeste okudum. Okumayı düşündüğüm tüm diğer kitapları askıya almış, üstadın eserlerini tetkike, anlamaya gayret ediyordum. Üstad, insanı bulunduğu sınıftan, evden, mahalleden alıyor taâ ötelere, maveraya taşıyordu. Ne de güzel şeyler anlatıyordu. Güzellikleri ne de güzel anlatıyordu. Ne güzeller anlatıyordu.
İslâm, İslâmın Dirilişi, Çağ ve İlham I-II-III, Yitik Cennet, Diriliş Neslinin Amentüsü, Ruhun Dirilişi, İnsanlığın Dirilişi, Makamda, Kıyamet Aşısı…. Bunlar eserlerinden bir çırpıda ve hemencecik aklıma gelenler, sayabildiklerim…
Üstadın eserlerinin yeri, artık bendenizin nezdinde ayrı bir öneme sahipti. Ama herkesin okuyamadığı, tanıyamadığı, bencileyin tanışamadığı için de üzülüyordum.
O yıllar öyle geçti; 80’ler bitti. Ben çok şey almıştım üstaddan. Sonra 90’lı yılların ikinci yarısında birçoğunu tekrar okudum bu eserlerin… Okumamla, üzerimdeki tozları da silkelemem bir oldu. Yeniden dirildim; yeniden “diriliş eri” oldum.
Ve bugünler… İki gün önce üstadın “diriliş neslinin amentüsü” isimli kalıbı minicik ama içi dolu dolu olan ve insanı alıp da başka dünyalara götüren bu müthiş eserini bir daha okudum. Bir daha kendime geldim, bir daha dirildim.
60’lı, 70’li yıllarda yazıldığı halde zamanları aşan bir çağrıdır üstadın sesi ve sözleri… Onu okumadan, onunla soluklanmadan diriliş adeta mümkün görünmüyor. Şahsen bendeniz üstadın eserlerini her okuyuşumda bir daha bir daha diriliyorum, ruhum bir daha diriliyor, makamda kendimi bir hoş buluyor, kıyamet aşısı oluyorum.
Birkaç arkadaşıma, kardeşime üstadı ve eserlerini sordum; kimilerinden “tanımıyorum” veya “okumadım” cevabını aldım. Bu cevaplar da beni bu yazıyı yazmaya mecbur etti.
Yukarıda söyledim, ancak tekrarında hiçbir beis görmemek bir yana, tekrarlamanın elzem olduğuna inanarak ve iddiayla diyorum ki; eğer davanız, derneğiniz-vakfınız ve/veya buralarda yaptığınız çalışmalar hususunda nefsinizde yorgunluk ve/veya bıkkınlık hissediyorsanız, üzerinizde zamanın ve şeytanın tozlarını, tahribatlarını, ölü toprağını hissediyorsanız, kendinizi “ölü gibi” görüyorsanız, dirilmeye ihtiyacınız olduğuna inanıyor, dirilmek istiyorsanız; hepsinden de öte “diriltmek” istiyorsanız, “diriliş eri” olmak zorundasınız. Üstad Sezai Karakoç’un tabiriyle “diriliş eri”…
Üstadın eserlerini okuduğunuzda gerçekten dirildiğinizi, diriltmeye hazır olduğunuzu, diriliş eri olduğunuzu hissedeceksiniz. Yok eğer üstadın “Diriliş Neslinin Amentüsü”nü, “İslâm”ını, “İslâmın Dirilişi”ni, “Makamda”sını, “Çağ ve İlham”larını okuduğunuz halde halâ dirilememişseniz, önce siz, evet öncelikle siz, kendinize/kendinizin ruhuna “diri diri” fatiha okuyunuz efendim.